|
 |
|
Hoşgeldiniz |
|
|
|
Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
 |
|
Haberler |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İşte Karabekir’in “yakılan hatıratı”ndaki Vahdettin
MUSTAFA ARMAĞAN tarih 02.12.2007, 11:53 (UTC) | | İşte Doç. Budak’ın bu sorusundan yola çıkarak yazıda kısaca geçtiğim Karabekir-Vahdettin görüşmesini açmaya karar verdim. (Bu konuda daha geniş bir yazıyı “Mostar” dergisinin aralık sayısına yazdım. Meraklılarına duyurulur.)
“İstiklal Harbi’nin Esasları”nın 1933’teki rötuşlanmamış, ‘yakılan’ baskısında Vahdettin’le yaptığı görüşme Kâzım Karabekir tarafından şöyle anlatılır:
“11 Nisan 1919 Cuma günü, padişahların en mühim mülâkat ve kabulleri yaptıkları cuma namazını takip eden saatlerdeki kabulün başında [ilk sırasında] idim. Huzura girdiğim zaman, Sultan Vahidüddin ayakta idi ve hünkâr mahfilinin üstüne rastlayan genişçe salonun Marmara’ya hâkim pencerelerinden denizi seyrediyordu. Yaver Fahri Bey’in delâletiyle huzura girdiğim zaman bana doğru döndü. Samimiyet izhar eden bir jestle elimi sıktı. Oturmamı irade etti. Bu iradeyi tekrarından sonra oturdum, karşımdaki koltuğa yerleşti ve dedi ki:
-Sizi, şayan-ı itimad muhtelif yerler tezkiye ettiler. Ne kadar da gençsiniz. Siz kaç yaşında paşa oldunuz? Sizin sınıfınızdan kimler bu rütbededir?
Böyle bir suale intizar etmiyordum. Şükranlarımı arz ettim ve sualini cevaplandırdım. Gözlerini üzerimden ayırarak karşı kıyılar ufkunun teressüm ettiği sahile çevirdi. Samimî olduğuna bugün de kâni olduğum bir sesle:
- Sizlerle ben ve memâlik-i şâhanem iftihar eder. Merd, cesur, liyakatli kumandanlar, bu din ve devlet için daima medar-ı iftihar ve gurur olmuşlardır, dedi.
Müteessir olmuştum. Hangi “Memâlik-i Şahane” kalmıştı ortada? Biraz sükût oldu. Sonra alâka ile sordu:
- Yeni vazifeniz hangi sahayı ihtiva ediyor?
Cevad Paşa’nın ikazını hatırladım. Tek ve kısa cümle ile cevap verdim:
- Erzurum ve mıntıkasını Efendimiz... Malum-u Şâhaneleri, Mütareke hükümlerine göre ordularımız ilga edilmiştir.
Dikkatle yüzüme baktı ve koltuğunda doğrularak asıl sormak istediği suali sordu:
- Paşa… Mütarekenin ahkâmının tamamen tatbik edileceğine kâni misiniz?
Ben de heyecanlanmıştım: Benim, taa Mavera-yı Kafkas hududundan İstanbul’a gelerek gördüklerimi, Padişah nasıl olur da görmemiş ve bilmemiş olurdu? Mütarekenin hükümlerinin tamamen tatbiki, o muhteşem imparatorluğumuzun sonu olacaktı. Sultan Vahidüddin’in sualinde, başka çare bulamamış insanların bir vicdan rahatı hükmü aramaları ihtimalini sezinlemiş oldum. Cevad Paşa’nın ikazını bir ânda unuttum ve saklayamadığım, daha doğrusu saklamak ihtiyacını duymadığım heyecanımla şu cevabı verdim:
- Şevketmeâbım… Mütarekenin ahkâmı nasıl tatbik ediliyor, hadisat enzar-ı şâhaneleri önünde cereyan etmektedir. Mütarekenin bilhassa yedinci maddesinin düşmanlarımıza her istedikleri şehir ve limanı işgal hakkı tanımasının istikbalde nasıl meş’um tatbikata mesned olacağı meçhuldür. Bu meçhuliyet içinde milletimizin yegâne ümidi sevgili Hakanlarıdır. Türklük ölmeyecek ve öldürülemeyecektir. Tarihimizde bugünkü gibi tehlikeler pek çoktur. Azimkâr padişahlarımızın namuskâr evlâtlarıyla yekvücut olarak bu tehlikeler her zaman yenilmiştir.
Vahidüddin’in de derin bir tahassüs içinde olduğunu söyleyebilirim. Gözlerini kapamıştı. Neler düşünüyordu? Mütarekenin hükümlerinin düşmanlarımızın elinde istedikleri gibi tatbiki ile doğacak hazin ve feci neticeleri acaba tahmin edebiliyor muydu? Yine bir sükût vakfesi geçirdik. Gözlerini açtı ve yüzüme dikkatle baktı:
- Paşa… Ben ve millet, sizlerden ümitliyiz, dedi. Cevap verdim:
- İltifat-ı Şâhaneleri ebedî bir hiss-i minnetle medar-ı fahrimdir. Bulunduğum cephelerde kumanda ettiğim kıt’alarla Türklüğün namını düşürmedim. Fakat vatanımızın bu son darbeden kurtulmasına çalışabilecek bir mevkide bulunmadığımdan me’yusum.
Başını salladı:
- Siz, çok uzaklarda idiniz. Vazifenizi muvaffakiyetle yaptınız.
Ayağa kalkmıştı. Ben de derhal ayağa kalktım ve resm-i tazim vaziyetine geçtim. Bu bahsin, kendisini huzursuz ettiği anlaşılıyordu. Yavaş bir sesle kat’i kanaatını söyledi:
- Mütarekenin ahkâmının tamami-i tatbikinden gayrı çare yok. Bakalım Cenab-ı Hak ne gösterecek? Hayır dualarım ve niyazlarım daima sizlerle beraberdir. Berhurdar olunuz.
- Kumandan ve asker evlatlarınızla bütün millet, zat-ı şahaneleri etrafında bir kalb ve bir kafa gibi toplanabilir Şevketmeâb, dedim.
Ümitsizliği ve tereddüdü aşikârdı. Elimi samimi bir tavırla ve uzunca sıktı. Dışarıda yaveri Fahri ve Mustafa Kemal Paşalar vardı… Biz bir köşeye çekilerek sohbet ettik. Halimde me’yusiyet ve melâl müşahede etmiş olacaklar ki, merakla, mülâkatın safhalarını sordular. Olduğu gibi anlattım. Mustafa Kemal, o günlerde bir küçük ameliyat geçireceğini, evden çıkmayacağını, beni beklediğini söyledi. Zaten, aynı düşünebilen insanların bir araya gelmeleri ihtiyacını hepimiz derinden duyuyorduk. Cafer Tayyar’ın [Eğilmez] Birinci Kolordu Kumandanı olarak Edirne’ye, Ali Fuad’ın [Cebesoy] Yirminci Kolordu Kumandanı olarak Ankara’ya gidişlerini ayaküzeri Mustafa Kemal’le görüştük. Yavaş bir sesle:
- Sen Erzurum’a yerleşince vatanın üç uç noktasında üç temel mesned noktası teşekkül ediyor, dedi.”
Karabekir’in anlattıkları burada bitiyor. Şimdi yine soralım: Bizzat Karabekir ve Atatürk’ün ağzından “ümidimiz sizdedir” ve “devleti kurtarabilirsiniz” diyen bir Vahdettin nasıl hain olabiliyor? Yoksa Jean Genet’nin dediği gibi “Tarih, bizi çarpık çurpuk insanlar haline getirmek için düzenlenmiş bir aldatmaca”dan mı ibarettir? | | |
|
"Doğu'nun masalını yeniden kurmaya çalıştım"
Musa İğrek tarih 10.11.2007, 20:58 (UTC) | | Ressam Murat Morova, İstanbul Galeri Nev'de açtığı 'Menâzir-i Mensiyye (Unutulmuş Manzaralar)' adlı sergide geleneğin sembollerini, günümüz sanatının diliyle yeniden yorumluyor.
Ressam Murat Morova'nın yeni çalışmalarından oluşan 'Menâzir-i Mensiyye' yani 'Unutulmuş Manzaralar' adlı sergi, İstanbul Galeri Nev Tepebaşı'nda açıldı. Geleneksel olanı bugünün diliyle tekrar gündeme getiren sanatçı, dünyaya başka gözle de bakılabileceğini, gördüğümüzün her zaman gerçek olmayabileceğini göstermeye çalışıyor. Kendi kültür tarihimize farklı bir gözle bakmamız gerektiğini söyleyen sanatçı, "Batı karşısında yenemediğimiz bir aşağılık kompleksimiz var. Bugün Batı sanat tarihinin bütün referanslarını son derece iyi biliyoruz. Herkes Rönesans resminden tutun günümüz güncel sanatına kadar Batı'nın süper starlarını kendine hedef olarak seçmiş. Halbuki bir Levni'ye, bir Nigari'ye bir Matrakçı Nasuh'a ve daha pek çok minyatür ustasına yabancılaşmış haldeyiz. Ne yazık ki, bu zenginliğe mesafeli duruyoruz. Ben bunu kırmaya çalışıyorum. " diyor. Biraz mistik, biraz politik, biraz da artistik bir mesaj veren sergi, izleyenleri kendileriyle baş başa bırakırken, akıllarına şimdiye kadar hiç gelmeyen sorular düşürecek.
Murat Morova, farklı görme biçimlerini anlamak için minyatürden yola çıkmış. Bu 'görme' üzerine kafa yorduğu esnada 965'te Irak'ta doğmuş Arap bilgini İbn-i Heysem, Batı'da tanınan adıyla Alhazen'in 'Kitabü'l Menâzir' adlı kitabıyla karşılaşmış. Optik bilim açısından bir ilk olan kitap, aynı zamanda Newton ve Kepler gibi bilim adamlarına kaynaklık etmiş bir eser. Sanatçı İslam bilimindeki bu gelişmenin, sanatı neden etkilemediğini sorgulamaya başlamış zamanla. Kendince çok çeşitli nedenler bulmuş. Görme temasına odaklanarak ilk bakışta koca bir minyatürü andıran parçalı bir iş oluşturmuş. Fotoğraf, çini mürekkebi ve yağlıboya gibi karışık tekniklerle hazırlanan eserler, yeni bir görme biçimi sunuyor. Daha önce açtığı sergilerine 'Remz', 'Yalan Dünya', 'Üryan', 'Dem Bu Dem' ve 'Ah Minel Aşk-ı Memnu' gibi başlıklar koyan sanatçı bu kez de 'Menâzir-i Mensiyye' diyerek, bu isimlerin bir tepkisellik neticesinde ortaya çıktığının altını çiziyor. Murat Morova, "Sanki sergilerimize yabancı isimler koyarak son derece çağdaş güncel ve evrensel olana, eklemlenebilecek duygusu içerisindeyiz. Biraz bu anlayışa nazire olsun diye, kendi coğrafyamızın, kendi kültür katmanlarımızın ve inanç sistematiğimizin kodlarını ortaya çıkaracak isimler bulmaya özen gösteriyorum." diyor.
Dev boyutlu çağdaş minyatürler
Morova, çalışmalarında özellikle Matrakçı Nasuh'un minyatürlerindeki doğa manzaralarından istifade etmiş. Eserlerde klasik minyatürlerdeki renklilik yok; ama çok farklı karşıtlıklar var. Eski bir caminin yanında, ansızın bir elektrik trafosu karşılıyor sizi, bir radarın eşiğinde köprü gözünüze takılıyor. Küçük ebatlarda görmeye çalıştığımız minyatürler de bu kez, dev boyutlarda karşımıza çıkıyor. Hem bir bütün, hem de ayrı ayrı parçaların birbiri ile ilişkilerinin gözlendiği tablolarda izleyici uzun bir seyre çıkıyor. Bir yol ile başlayan parçalar yan yana gelince uzun bir yolu işaret ediyor.
"Bugünün malzemeleriyle Ortadoğu'dan başlayıp Uzakdoğu'ya giderek, Doğu coğrafyasının kendi masalını yeniden kurmaya çalıştım." diyen sanatçı, "Bir zamanlar masallar, hayaller, zenginlikler ülkesi olan bu toprakların bugün savaşlar, şiddet, terör ve felaketlerle zedelenmiş olan görüntüsünden, o unuttuğumuz güzel manzaraya bir gönderme yapmak istedim." diyor. Geçmişten ve özellikle tasavvuf geleneğinden beslenen sanatçıya, "Nedir bu arayış" diye sorduğumuzda "Modernizm, Batı tarafından dayatılan bir sistem. Her ülke kendi modernizmini yaşarken çok da bağımsız yaşayamıyoruz. Halbuki her coğrafyanın kendine göre estetik bir algılayışı ve onu ifadelendirme biçimi var. Burada o kırılmayı yakalamaya çalıştım. Bu medeniyet dairesinin kendi görsel kodlarıyla bugün bir iş yapılabilir mi düşüncesinin peşine düştüm." diyor.
Bu kadar imgeler taşıyan ve pek çok göndermeleri olan sergi izleyenleri zorlayacak anlaşılan. Zaten Morova da izleyicinin zorlanmasından yana. Nedenini şöyle açıklıyor: "Batı'nın felsefesiyle ilgili olan bazı şeyleri kolayca anlıyoruz da kendi kültür iklimimizden bazı şeyleri anlamakta zorlanıyorsak bu da benim izleyicilere sordurmak istediğim sorulardan biri. İzleyici 'Neden bunları bilmiyorum?' diye sorarsa ben işimi yapmışım demektir." Çok farklı görme biçimleri sunacak, biraz da şaşırtacak olan sergiyi izleyebilmek için 1 Aralık 2007'ye dek vaktiniz var. (0212 252 15 25) | | |
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
ZAMAN |
|
|
|
|
|
 |
|
20/04/2004 22:24 |
|
|
|
|
|
|
Deniz gözlüm sen gül
Gül ki baharım gelsin
Gül ki güneşim doğsun
Gül ki seni seveyim
Sen gülünce dünya güler
Ay güler, güneş güler
Sen gülünce
Sevinç siler yüzümdeki hüznü
Sen yeter ki gül
Gül ki gül bahçelerim senin olsun
Gül ki hazanım solsun
Gül ki baharım gelsin…
|
|
|
|
|
|
 |
|
YAPAMZDIM! (18/04/2004 16:23) |
|
|
|
|
|
|
Gözlerin bakınca gözlerime
Dilim tutulur konuşamazdım
Ellerin ellerime değince
Her yerim titrerdi elini tutamazdım
Karşıma çıkınca sen
Kıpırdayamaz öylece kalırdım
İzlerken seni arkadan
Koşup yetişmek isterdim, yapamazdım
Kalırdım öylece gelemezdim sana
Her canım acıyışında
Her özleyişimde seni…
|
|
|
|
|
|
 |
|
Aşk Nedir? |
|
|
|
|
|
|
"Aşk, çocuklar için süt, büyüklere bal, olgunlara geminin batmasına sebep olan son yük..." Hz. Mevlana Celaleddin Rumi
|
|
|
|
|
|
 |
|
Bir Tek Söz!!! |
|
|
|
|
|
|
"Özlem, insana sabrı öğreten önemli bir olgudur"
Raşit ŞİMŞEK |
|
|
|
|