BEDEVİNİN HZ. YUSUF'A ARMAĞANI
Bir gün Hz. Yusuf’un güzellik şöhretini duyan bir bedevi, çöller aşıp seraplara kanmadan, vahalarda duraklayıp en fazla, hiç yolundan sapmadan. Yusuf’u görmek için Kenan iline varmıştı.
Yanına vardığı zaman, Yusuf, o güzellik güneşi, çocukça bir sevinçle gülümsedi. Ve dedi: De bakalım ey bedevi, bunca yolu aştın ve geldin. Bir yükün olmalı. Sözün haznesinden ya da meta denizinden ne getirdin bana?
Yoksul bedevi gülümsedi.
Dedi: Yusuf, ey Kenan’a doğan dolunay! Ey varlığı varlıklara sebep olandan nişane olan! Gülümsedin, içim aydınlandı. Baktın ve konuştun ya benimle artık yitmem, eskimem. Lakin güzelliğin denizinde yekta inci iken sen, benim gibi yoksul bir bedevi sana ne verebilir ki? Sende olmayan, bende, ne olabilir ki?
Böyle diyerek bedevi, sırtındaki deve tüyü heybeden bir ayna çıkardı usulca. Küçük, yuvarlak bir el aynası, kıymetsiz bir şey.
Sana, dedi, en uygun armağan bir ayna olabilir yine de.
Bir ayna ki ona baktığında kendi güzelliğini göresin.
Ve nasıl yansıyorsa senin güzelliğin şu aynaya, nasıl sen olmasan bir büyük boşluktan başka bir şey düşmeyecekse şu aynaya işte öylece bilesin ki o en parlak ışığın yansımasından başka bir şey değildir senin de güzelliğin.
Sen suretsin O asıl. Sen fersin O mana.
Sen bedensin O ruh. Sen gurbetsin O yurt.
Sen parçasın O bütün. Sen gölgesin O ışık.
Böyle söyleyip de geldiği uzun yolları aşmak üzere geri dönerken bedevi, Yusuf baktı elindeki aynaya. Ve, bildim, dedi. Her şey O’ndan, sen de O’ndan, ben de O’ndan! Bunu söylemek istiyorsun. Ve ben bunu biliyorum.